“Kimse var mı? Açar mısınız? Zabıta. Kimse var mı?”
Apartmandaki bütün dairelere sorduk. Mahalleli binanın önüne toplanmıştı çoktan. Kapı duvar. En sonunda kapıyı çilingirle açtık. Kapının aralanmasıyla içeriden iki kedi fırladı dışarı. Diğerleri de içerden viyaklamaya başlamışlardı. Mehmet tüydü hemen, bir de zabıta olacak. Kediden korkan zabıta mı olur allasen. Koku fenaydı. Kedi sidiği nasıl kokar bilirim de böylesini hiç duymadım. Nefes alınacak gibi değil. Tekrar seslendim: “İçeri giriyoruz kimse var mı?”
Ses yok. Bir kadın yaşıyormuş tek başına. Kedileriyle demişlerdi gerçi ama bu kadar kedi olduğunu düşünemezdim. Her yer kedi. Sadece kediler olsa neyse. Daire kapısından bakınca koridorun sonundaki kapıya kadar envai çeşit tas tabak irili ufaklı dizilmiş. Kiminde mama kiminde su. Bazısının suyu tükenmiş, bazısı ise yosun bağlamış. Mamaların çoğu bitmiş. Koku çok fena.
“İlerleyin” diyor amir. Giriyorum içeri. Botlarımı çıkarırdım ya ev benim ayakkabıdan pis olunca yeltenmedim. “Hanımefendi iyi misiniz? İçeri giriyoruz” diye bir daha seslendim. Zaten içerideydim. Karşıdaki kapı mutfakmış. Off. Balkon kapısı açık olmasına ve üstelik suratımdaki maskeye rağmen nefes alamıyorum. Lavaboda yığılı onlarca tabak, açılmış mama konserveleri, yarım yamalak bağlanmış çöp poşetleri içinde kurumuş kedi pislikleri, buzdolabının aralık kapağından görünen küflenmiş, böceklenmiş ne olduğu belli olmayan yiyecekler… Mutfakta kimse yok. Zaten durulacak gibi de değil. Mutfaktan çıkıyorum.
Salona giriyorum. Evin şimdiye kadar gördüğüm kısımlarına göre salon çok daha iyi durumda. Her yer kedi tüyü kaplı, ortalıkta toptur yumaktır türlü çeşit oyuncak ve ahı gitmiş vahı kalmış kanepelerde uyuklayan üç tane kedi var ama yine de genel olarak iyi. Çıkarken vitrine takılıyor gözüm. Çok toz bağladığından seçilmeyen bir fotoğraf çerçevesi içinde dört kişi, belli ki bir aile fotoğrafı. Gülüp gülmedikleri anlaşılmıyor ama herkes birbirine pek yakın duruyor. Elime alıp bir üfleyesim geliyor fotoğrafa ama onun yerine oflayarak devam ediyorum yola.
Salon kapısının hemen karşısında banyo kapısı ardına kadar açık. İçeri girmeye niyetim yok. Buradan gördüğüm manzara ve duyduğum koku yeterli. Altı yedi tane kum kabı var banyoda. Çoğunun üzeri açık. Şöyle bir eğilip bakıyorum, kedi kumundan çok pisliği var kaplarda. Bir tanesi sanki sıçacak yer kalmış gibi eşeleyip duruyor pislikleri bir o yana bir bu yana.
Az ileride kapısı kapalı bir oda. Bir kedi bu yandan tırmalıyor, belli ki bir diğeri içeriden. Kapalı kalmış olsa gerek. Usülen tıklatıyorum yine: “Hanımefendi orda mısınız? İçeri giriyoruz!” Kapıyı açıyorum. Kediler birbirine yol veriyor, biri içeri girerken diğeri dışarı kaçıyor. İçeri giren kediyi gözümle takip ediyorum. İlerliyor, hızlanıp, yatağa sıçrıyor. Kadın yatakta, hareketsiz. Koşarak içeri giriyorum. Nabız var. “Hemen ambulans çağırın çabuk!” diye bağırıyorum. Yarım saat içinde kadını sedyeye koyup götürüyorlar. Yatakta kutu içinde bir anne kedi ile 5 yavrusu.
Kediler ve ben evde kalıyoruz. Bütün su kaplarını dolduruyorum. Mama çuvalını bulup mamaları da tamamlıyorum. Apartmana kaç kedi kaçtı bilmem ama gördüklerini tutup getiriyor arkadaşlar. Kumlara elleyemeyeceğim. Belediyeye haber veriyoruz. Hayvanları götürüp, kontroller sonrası sahiplerine tekrar teslim edecekler. Sahipleri eve dönerse.
Evden çıkmadan vitrine uğruyorum. Fotoğraf çerçevesini alıp tozunu temizliyorum. Gülen yüzleriyle poz vermiş bir aile. Bir kadın, kocası, boylu poslu iki ergen oğul. Köşede fotoğrafın damgası, bugünden 22 yıl öncesi. Çerçeveyi yerine bırakıyor, sessizce evden çıkıyorum.
Yorumlarınız çok kıymetli ve yazmam için motivasyon sağlıyor. Katkıda bulunursanız çok sevinirim.
Enfes bir yazı okurken öldü mü acaba diye gerim gerim gerildim :( devamı gelse keşke diyorum ama herkesin hayal dünyasina artık ..